3 Mayıs 2020 Pazar

DOĞRU İNSAN?




Doğru insan değil, doğru zaman vardır. 

İnsanların çoğu aşka inanır ve hatta hayatın tek gayesinin bu olduğunu düşünürler. Kimisi de aşka sadece inanır, ama hayatın gayesi haline ge­tirmez. Her iki durumda da “doğru kişi” diye kavramsallaştırılmaya çalışı­lan ama aslında sıradan bir söz öbeği olan bir şeyin peşine düşülür. Hatta öyledir ki yapılan birçok şey, alınan onca risk, etik değerlerin göz ardı edilmesi, birçok ilişkiyi sonlandırmak (sözde) doğru kişi içindir. Doğru ki­şinin bulunduğu yanılsaması veya bulma ihtimali üstüne bir kumardır.

Peki, “doğru kişi” olarak adlandırılan kişi kimdir, nedir, nasıl biridir?  Buna çok basit ve genellikle kabul gören bir cevap vereceğim; doğru kişi, aşkı sana tattıran, hayatının geri kalanını geçirmek isteyeceğin kişidir. Bu yanıt, kendisiyle çok basit olduğu halde kompleks olarak algılanan başka bir soruyu da beraberinde getirir: Aşk nedir?  Aşkın kendisine kavram ola­rak inanmasam da insanların ‘aşk’ olarak adlandırdıkları hislerle har­manlanmış biyokimyasal süreci tanıyorum. Süreç herkes için aynı işlese de kişilerin tanımlamaları ve ‘aşk’ı algılama biçimleri çeşitlilik gösterir.

Montaigne; “Aşk dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir. diyerek doyumsuzlukla ilişkilendirmiştir 'aşk'ı. Plautus, erişilemezin güzel olduğunu vurgulayarak “Aşk, elinde olanı değil, elinde olmayanı ister. demiştir.  Eugene Delacroix ise “Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden çok farklı bir dil gerekir. diyerek tanımla­namayacağını ifade etmiştir.  Schopenhauer kadınlarla arası iyi olmadığın­dan mı, bilinmez; “Aşk, insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzak­tan başka bir şey değildir.” demiştir. Belki de Schopenhauer’un kadın­larla arası böyle düşündüğünden iyi olmamıştır.
Nasıl ki ‘aşk’ herkes tarafından farklı algılanıyorsa ‘doğru kişi’ de herkes için farklı anlam ifade eder ve tektir.  Zamanı gelince binlerce olasılık aynı anda gerçekleşir ve iki insan birbirleri için ‘doğru’ olduklarını anlarlar (as­lında zannederler). Sadece bununla ilgili onlarca film yapılmış, yüzlerce söz söylenmiştir.  Hatta çok sıradan hikâyeler, birden tesadüflerle dolu bambaşka destansı bir şeye dönüştürülür. Bir duygu silsilesi örter gerçekli­ğin vakur duruşunu.  O kadar doğrudur ki o kişi; ne tesadüfse hep aynı sa­atte binilen otobüs kaçırılmıştır, ne tesadüfse o gün hiç denenmeyen bir kahve içmek istenmiş, hiç bilinmeyen bir kahveciye gidilmiştir ve bum.  Gerçekten de olağanın dışına çıkmak bize yeni insanlar kazandırabilir ve bu kazandığımız insanlar bizimle son derece uyumlu bir kafa yapısı ve ya­şam şekline de sahip olabilir. O ana kadar hissedilmeyen ne varsa hissetti­rebilir. Tüm bunlar kişiye ‘doğru insan’ı bulduğu yanılsamasını yaşatır. Ama aslında durum, bize sunulan küçük dünyamızda sınırlı lokal çerçeve­lerde cinsiyet faktörünün de dahil edilmesiyle eleyerek ve sürekli bir muka­yese sürecinden geçerek ulaşılabilecek sayılı kişilerden birine rast gelmektir. 

Konuyu daha anlaşılır kılmak için küçük bir matematik yapmak yeterli olacaktır.  2017 yılını ele alalım; 2017’de dünya nüfusu 7,6 milyar civarın­daydı. Ama biz ‘doğru kişi’ yi aradığımız için ihtimal neredeyse yarı yarıya azalıyor. Her heteroseksüel ve homoseksüel birey için cinsiyet faktörü dâhil edilince ‘doğru kişi’nin 3,8 milyar arasında olduğunu söyleyebiliriz. Bu sa­yıdan 15 yaş ve altı çocukları çıkarırsak yaklaşık olarak 2,8 milyar kişi ka­lıyor. Tabi yaş gibi bir kriteriniz varsa 60 yaşın üstünü de çıkarmamız ge­rekecek. Son durumda;  ‘doğru kişi’niz 1,9 milyarlık bir kalabalıkta dolaşı­yor. Bu da demek oluyor ki, o kişiyi bulma ihtimaliniz yaklaşık 2 milyarda 1.

Ankara üstünden örneklemeyle alanı daraltalım; 2017’de Ankara nüfusu yaklaşık 5,5 milyon. Bunun 1,2 milyonu 14 yaş ve altını oluştururken 460 bin civarı da 65 yaş ve üstünü oluşturuyor, kadın-erkek oranı hemen hemen yarı yarıya. Kabataslak bir hesapla eğer şanslıysanız ‘doğru kişi’niz yolda yürürken karşılaşabileceğiniz size kalan bu 2 milyon kişi arasında olabilir; tabi ‘aşık olacağınız doğru kişi’ için kafanızda yığınla kriter yoksa.  Zira ‘aşk’ engel tanımaz, sınırlanamaz, hatta bazen etiği ve gururu yok sayar.  O; “evli olmasın, boşanmış olmasın, çocuğu olmasın, eğitimli olsun, bıyıklı olmasın, kısa olmasın vs.” gibi uzayacak materyalist gerekçelerle oluşturu­lan bir eleme sistemi değildir, değil mi?

‘Doğru kişi’ niz şu an Hindistan’da bir ineğe tapınıyor olabilir, Hollanda’da esrar içiyor olabilir, Fransa’da dans dersine yetişmeye çalışıyor olabilir, Arjantin’de şoför olabilir, Afrika’da dileniyor bile olabilir.  

Doğru kişi herkesin bulabileceği, ama abartıldığı için karmaşıklaştırıp bü­yülü bir şey haline getirilen bir konudur. Doğru kişi değil, kişiler vardır ve biz aralarından en makul olanıyla birlikte oluruz. Sevebileceğiniz, tutkuyla bağlanabileceğiniz, anlaşabileceğiniz,  sürekli yan yana olmak isteyeceğiniz birçok kadın ya da erkek olabilir. Hayatın kala­nını geçirmek isteyeceğiniz kişiyi, çoğu zaman bunları yaşatan kişinin doğru yaş aralığına denk gelmesi belirler.

Sınırlarımız çoktan çizilmiş; kendi kurallarımızı, kültürel belleklerimizi, prensiplerimizi, kriterlerimizi aşamıyoruz bile. Deneme-yanılma yoluyla sürekli teste tabi tutuyoruz hayatımıza giren insanları. Çok küçük, çok ince delikleri olan bir süzgecimiz var; hiçbir şey akıp gitmiyor suyla. Süzgeçte kiri az olanları, testleri geçenleri, kriterlerinizi karşılayanları doğru kişi sanıyorsunuz, hepsi bu. Doğru kişi diye kodladığınız insanı; içinde bulun­duğunuz dönem, içinde bulunduğunuz şehir seçiyor aslında. Doğru kişi diye bir şey yok bu yüzden, sadece doğru zaman var.

Yoksa siz hala bir elmanın iki yarısının her zaman aynı dili konuşması ge­rektiğini mi düşünüyorsunuz? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder