Doğru insan değil, doğru zaman vardır.
İnsanların çoğu aşka inanır ve hatta hayatın tek gayesinin bu olduğunu düşünürler. Kimisi de aşka sadece inanır, ama hayatın gayesi haline
getirmez. Her iki durumda da “doğru kişi” diye kavramsallaştırılmaya çalışılan ama aslında sıradan bir söz öbeği olan bir şeyin peşine düşülür. Hatta öyledir ki yapılan birçok şey, alınan onca risk,
etik değerlerin göz ardı edilmesi, birçok ilişkiyi sonlandırmak (sözde) doğru kişi içindir. Doğru kişinin bulunduğu yanılsaması veya bulma ihtimali üstüne bir kumardır.
Peki, “doğru kişi” olarak adlandırılan kişi kimdir, nedir, nasıl biridir?
Buna çok basit ve
genellikle kabul gören bir cevap vereceğim; doğru kişi, aşkı sana tattıran, hayatının geri kalanını geçirmek isteyeceğin kişidir. Bu yanıt, kendisiyle çok basit olduğu halde kompleks olarak algılanan başka bir soruyu da beraberinde
getirir: Aşk nedir? Aşkın kendisine kavram olarak inanmasam da
insanların ‘aşk’ olarak adlandırdıkları hislerle harmanlanmış biyokimyasal süreci tanıyorum. Süreç herkes için aynı işlese de kişilerin tanımlamaları ve ‘aşk’ı algılama biçimleri çeşitlilik gösterir.
Montaigne; “Aşk dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir.” diyerek doyumsuzlukla ilişkilendirmiştir 'aşk'ı. Plautus, erişilemezin güzel olduğunu vurgulayarak “Aşk, elinde olanı değil, elinde olmayanı ister.” demiştir. Eugene Delacroix
ise “Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan
dillerden çok farklı bir dil gerekir.” diyerek tanımlanamayacağını ifade etmiştir. Schopenhauer kadınlarla arası iyi olmadığından mı, bilinmez;
“Aşk, insan türünü sürdürmek için
bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir.” demiştir. Belki de Schopenhauer’un kadınlarla arası böyle düşündüğünden iyi olmamıştır.
Nasıl ki ‘aşk’ herkes tarafından farklı algılanıyorsa ‘doğru kişi’ de herkes için farklı anlam ifade eder ve tektir. Zamanı gelince binlerce
olasılık aynı anda gerçekleşir ve iki insan
birbirleri için ‘doğru’ olduklarını anlarlar (aslında zannederler).
Sadece bununla ilgili onlarca film yapılmış, yüzlerce söz
söylenmiştir. Hatta çok sıradan hikâyeler, birden
tesadüflerle dolu bambaşka destansı bir şeye dönüştürülür. Bir duygu silsilesi örter gerçekliğin vakur duruşunu. O kadar doğrudur ki o kişi; ne tesadüfse hep aynı saatte binilen
otobüs kaçırılmıştır, ne tesadüfse o gün hiç denenmeyen bir kahve
içmek istenmiş, hiç bilinmeyen bir kahveciye gidilmiştir ve bum.
Gerçekten de olağanın dışına çıkmak bize yeni insanlar kazandırabilir ve bu kazandığımız insanlar
bizimle son derece uyumlu bir kafa yapısı ve yaşam şekline de sahip olabilir. O ana kadar hissedilmeyen
ne varsa hissettirebilir. Tüm bunlar kişiye ‘doğru insan’ı bulduğu yanılsamasını yaşatır. Ama aslında durum, bize
sunulan küçük dünyamızda sınırlı lokal
çerçevelerde cinsiyet faktörünün de dahil edilmesiyle eleyerek ve sürekli bir
mukayese sürecinden geçerek ulaşılabilecek sayılı kişilerden birine rast gelmektir.
Konuyu daha anlaşılır kılmak için küçük bir matematik
yapmak yeterli olacaktır. 2017 yılını ele alalım; 2017’de dünya nüfusu
7,6 milyar civarındaydı. Ama biz ‘doğru kişi’ yi aradığımız için ihtimal neredeyse yarı yarıya azalıyor. Her heteroseksüel ve homoseksüel birey için cinsiyet faktörü dâhil edilince
‘doğru kişi’nin 3,8 milyar arasında
olduğunu söyleyebiliriz. Bu sayıdan 15 yaş ve altı çocukları
çıkarırsak yaklaşık olarak 2,8 milyar kişi kalıyor. Tabi yaş gibi bir kriteriniz varsa 60 yaşın üstünü de çıkarmamız gerekecek. Son durumda; ‘doğru kişi’niz 1,9 milyarlık
bir kalabalıkta dolaşıyor. Bu da demek oluyor ki, o kişiyi bulma ihtimaliniz yaklaşık 2 milyarda 1.
Ankara üstünden örneklemeyle alanı daraltalım;
2017’de Ankara nüfusu yaklaşık 5,5 milyon. Bunun 1,2 milyonu 14 yaş ve altını oluştururken 460 bin
civarı da 65 yaş ve üstünü oluşturuyor, kadın-erkek oranı hemen hemen yarı
yarıya. Kabataslak bir hesapla eğer şanslıysanız ‘doğru kişi’niz yolda yürürken karşılaşabileceğiniz size kalan bu 2 milyon kişi arasında olabilir; tabi
‘aşık olacağınız doğru kişi’ için kafanızda yığınla kriter yoksa.
Zira ‘aşk’ engel tanımaz, sınırlanamaz, hatta
bazen etiği ve gururu yok
sayar. O; “evli olmasın, boşanmış olmasın, çocuğu olmasın, eğitimli olsun, bıyıklı olmasın, kısa olmasın vs.” gibi uzayacak materyalist gerekçelerle oluşturulan bir
eleme sistemi değildir, değil mi?
‘Doğru kişi’ niz şu an Hindistan’da bir ineğe tapınıyor olabilir, Hollanda’da esrar içiyor
olabilir, Fransa’da dans dersine yetişmeye çalışıyor olabilir,
Arjantin’de şoför olabilir, Afrika’da dileniyor bile olabilir.
Doğru kişi herkesin bulabileceği, ama abartıldığı için karmaşıklaştırıp büyülü bir şey haline getirilen bir konudur. Doğru kişi değil, kişiler vardır ve biz aralarından en makul olanıyla birlikte oluruz. Sevebileceğiniz, tutkuyla bağlanabileceğiniz, anlaşabileceğiniz, sürekli yan yana
olmak isteyeceğiniz birçok kadın ya da erkek
olabilir. Hayatın kalanını geçirmek isteyeceğiniz kişiyi, çoğu zaman bunları
yaşatan kişinin doğru yaş aralığına denk gelmesi
belirler.
Sınırlarımız çoktan çizilmiş; kendi kurallarımızı, kültürel
belleklerimizi, prensiplerimizi, kriterlerimizi aşamıyoruz bile.
Deneme-yanılma yoluyla
sürekli teste tabi tutuyoruz hayatımıza giren insanları. Çok küçük, çok ince
delikleri olan bir süzgecimiz var; hiçbir şey akıp gitmiyor
suyla. Süzgeçte kiri az olanları, testleri geçenleri, kriterlerinizi karşılayanları doğru kişi sanıyorsunuz, hepsi bu. Doğru kişi diye kodladığınız insanı; içinde bulunduğunuz dönem, içinde bulunduğunuz şehir seçiyor aslında. Doğru kişi diye bir şey yok bu yüzden,
sadece doğru zaman var.
Yoksa siz hala bir elmanın iki yarısının her
zaman aynı dili konuşması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder