I see bad moon arising, but still don't see that person providing the song to me.
Bu şarkı, biraz benim hayatım gibi.
Felaketi, ölümü ve acıyı çağrıştıran sözleri var, kötü bir şeyin habercisi.
Melodisinin hak ettiği enerjiyi ve neşeyi karşılayan sözlere sahip değil
-tıpkı ben ve dünya gibi- .
İsmi buruk, melodisi keyifli; sözleri buruk, vokali (John Foferty) mutlu. Sanki uçurumun kıyısında öylece duran, hayatı fırtınaya bağlı olan birinin yüzündeki tebessümü silmemesi gibi.
Şarkının da söylediği gibi depremi, yıldırımları, tayfunu ve kötü zamanları gördüm, görmeye de devam edeceğim. Ve bahse konu olan şarkı gibi yaklaşmakta olan felaketlere melodimle gülümseyeceğim.
Hep şuna inanmışımdır; şarkılar, kitaplar, filmler ve bir de felaketler insanların ortak noktada buluşup bir araya gelmelerini sağlarlar. İlk üçü her zaman tercihimdir; bir açık hava konserine gittiğimde, bir kütüphaneye ya da sinema salonuna girdiğimde içim tarif edilemeyecek bir huzurla dolar. İnsanları sevmememe karşın beni insanlarla ortak paydada buluşturan şeyleri seviyorum. Felaketler hariç.
Müzik, insanların zihinlerinde ya da ruhlarında -bazen her ikisinde birden- çok büyük boşluklar da oluşturabilir, onları çok mutlu da kılabilir, diğer insanlarla kişilerin kendisi arasında bir bağ kurmasını da sağlayabilir. Ve bir felaket de insan ruhunda çok büyük boşluklar yaratır ya da sonrasında tükenmişliğin, sona gelmişliğin dinginliğini yaşatır ve tabi -tıpkı müzikte olduğu gibi-kimi zaman da insanların ortak dilde konuşmasını sağlar.
Bazı şeyler önce bireyleri, sonra ülkeleri, ardından bölgeleri aşarak evrensel hale gelebiliyorlar. Rengimiz, ideolojimiz, dinimiz, etnisitemiz ve daha onlarca özelliğimiz farklı olmasına karşın temel insani değerlerimiz, zevklerimiz, korkularımız ve güdülerimiz öyle benzer ki, kime karşı neyin kavgasını veriyoruz?
Aynı rock grupları Afrika'da, Türkiye'de, Avrupa'da ve dünyanın pek çok farklı yerinde konser verip binlerce kişi tarafından coşkuyla dinleniyor. Aynı filmler dünyanın bambaşka ülkelerinde gişe rekorları kırıyor. Aynı kitaplar onlarca farklı dilde ulaşıyor modern insanın zihnine. Ve tabi aynı virüs farklı şekillerde taşınıp benzer semptomlar gösteriyor vücudumuzda. Aynı anda tükeniyor kaynaklarımız, aynı anda yerle bir oluyor ekonomimiz. Temelde korkularımız; ölmek ve sevdiklerimizi kaybetmekle ilgili.
Farklı figürlerle de olsa aynı şarkılarda dans ediyoruz, aynı sapkın yönlerimizi farklı travmalar çıkarıyor gün yüzüne, aynı duygularla farklı insanlara aşık oluyoruz. Farklı ideolojilere, dinlere aynı muhafazakarlıkla bağlanıyoruz. Aynı cümleleri farklı dillerde ve seslerde söylüyoruz. Aynı gülüşlerin ardına farklı acılar gizliyoruz.
Renklerimiz aynı, tonlarımız farklı. Vurgularımız aynı, öznemiz farklı. Bakışlarımız aynı, yönümüz farklı. Kalplerimiz ortak, hızları farklı. Dertlerimiz ortak, tepkilerimiz ayrı. Giysilerimiz aynı, bedenlerimiz ayrı. Fotoğraflarımız aynı, pozlarımız farklı. Hikayemiz aynı, yapımcımız farklı ve tabi ayrı hepimizin hayatı, ama işte dünyamız aynı. Hepimiz bir noktada herkes ve bir başkasıyız. Hepimiz aşinayız birbirimize, hepimiz yabancı.
"Biz çoğumuz hep aynı kumaştan biçilme insanlarız. Çağdaş eğitilmiş Fransızlarız. Hepimiz birbirimize benziyoruz. Aynı kitaplardan bilgi almışız. Aynı korkular ve ön yargılarla sınırlıyız. Birimizi çekip yerine öbürünü koyabilirsin, eşiz… Kendimizi benzersiz sanma konusunda bile eşiz"
Bir Umut Sarıkaya var albayım "hepimiz aynı insanız ve o kadar çoğuz ki" diyor. Konu sıradan olduğu için bu kadar çok konuşuyormuşuz.
YanıtlaSilÖyle doğru ki
YanıtlaSil