Lacivert, kadife perdesinin önüne geçti. Cama yaslanırken geceye soluyordu nefesini. Odayı havalandırmak için açtığı pencerenin
önünde öylece durmuş, sokak lambalarına bakıyordu, ama gördüğü şey buradan çok
uzakta, başka bir şeydi. Başka bir şeyin acısını çekiyordu bambaşka zamanların
içindeyken. O sırada şarkı “Yanlış zamanlara… Sensizliğe ağlarım” diyordu. Bu
şarkıyı çok severdi, kim bilir belki de geçmişi yâd etmek gibiydi onun için.
Gözyaşları coşkuyla akmıyordu bu kez yanaklarına.
Kabullenmişliğin sakinliği vardı gözlerinde. Çırpınmayı bırakıp onu savuran rüzgâra
kendisini bırakmanın huzuru ve çaresizliği. İnsanın yitirecek bir şeyi
kalmayınca kaygısı da yok olur. Tüm endişelerden, tüm korkulardan ve
sorumluluklardan kurtulmuş olmanın verdiği rahatlık peydah olur benliğinde.
Sonra bırakır kendisini; suya sırtüstü uzanır ve akıntının onu istediği yere
götürmesine izin verir. O da bunu
yapıyor, öylece duruyor ve gözyaşlarının boynuna kadar akmasına izin veriyordu.
Onlar da teninin onlara çizdiği yollardan gidecekti nasıl olsa. Bedeni titreyip
tepki göstermese sabaha kadar duracak gibiydi. Derin bir iç çekip kapattı
penceresini. Şarkıyı başa sardı.
Durmaksızın, ara vermeksizin çalışan bir maden işçisi vardı
kafasının içinde. Gittikçe daha da derine inen, korkusuz bir maden işçisi. Canı sıkıldıkça başka noktalarda çalışan, ama
temelde kendisine tek bir nokta belirlemiş, orayı sürekli kazan ve elindeki tüm
araç gereci sadece buna harcayan, densiz bir maden işçisi. Kafasındaki maden işçisi kazı çalışmasını
hızlandırdıkça aşağı kaymış, yere düşmüştü. Bunun “düşmek” dışında bir eylem
olduğu söylenemezdi. Bu düpedüz bir düşüştü. Hem de ne düşüş! Bin parçaya
bölünüp bantladığında, onu eskisi gibi yapacak tek bir kilit parçanın yatağın
altına kaçtığı ve hiç fark edilemediği bir düşüş!
Düştüğü yerden kalkmaya hiç çalışmadan bir sigara aldı
komodinin üstünden. Üfledi karanlığa
nefesiyle karışan sigara dumanını, dinlerken şarkının solosunu. Ve sözler
tekrar girdiğinde “Nedensiz sorgusuz bir rüya gözlerimde…” diye başını eline
yasladı. Gözyaşları bu kez boynuna değil, yere akacaktı.
Sigarayı bitirmeden sıkıştırdı küllüğün ucuna. Diğer elini
de koydu şakağına. Saçları alnından geriye gitmişti. Gözyaşları süratli
akıyordu şimdi, ama gıkı çıkmıyordu. Tek bir çıt çıkaracak olsa yıkardı bu evi,
farkındaydı. Şimdilik şarkıyı yine başa sarmakla yetindi.
Kimsenin onu tanımasını, bilmesini istemiyordu. Kimselerin
göreceği şey, kendisini bile korkutuyordu çünkü. Kimselerin ona dokunmasını
istemiyordu. Kimselere alışmak istemiyordu, kimseler farklı sokaklardan
yürürlerdi arkalarını dönüp. Kimsesiz var olmak istedi, kimseleri denediyse de
var olduğunu hissetmek için. ”Hem bu kadar anlaşılmaya ihtiyaç duyup hem bu
kadar anlaşılmaktan korkan kaç insan vardır?” diye geçirdi içinden “Sonsuz
gecelerde sensiz ağlarım” diye fısıldarken şarkı.
Bin parçaya bölündüğü yerden birkaç parçasını arkada
bırakarak kalktı. Sönmüş mumların arasından yürüyüp küçük, ahşap kutunun içini
açıp her biri birbirinden güzel anıyı çağrıştıran penaları aldı avucuna. Yeni
doğmuş bir canlıymış gibi özenle taşıyordu onları ellerinin arasında. Bir
elinden diğerine hareket ettirirken düşürdü tek siyahı parmaklarının arasından.
Anlaşılan maden işçisi terini şöyle bir silip hevesle devam etmeye başlamıştı
işine.
Avucundakileri kutunun içine geri koyup o tek siyahı aramaya
başladı el yordamıyla, karanlıkta. Bulamıyordu, ama ışığı açmayı düşünmemişti
bile. Elleriyle bulabilirdi, fazla uzağa gitmiş olamazdı. Hayatında hep aynı
hatayı yapardı, karanlıkta o tek siyahı arar dururdu. Düşünmezdi, onu aradığı
süreyi ışıkla kısaltabileceğini. Sadece arardı. Görmeden, bilmeden; hisleriyle
arardı ve dokunarak keşfederdi yerini. Bulurdu da. Bulurdu bulmasına da ikinci
kez düşürünce yatağın altına kaçan o parça olurdu, o tek siyah. O tek siyah onun hayatında öyle büyük bir
yere sahipti ki onu kaybedince doldurulamayacak boşluklar açılmıştı ruhunda.
Yerine ne koyarsa koysun, kenarlar boş kalıyordu. Bu kez o boşluklar daha çok
göze batıyor, yerine koyduğu o parçayı söküp atıyordu. Büyük, ama simetrik
boşluğu daha iyiydi, kenarları dolduramayan bir parçadansa.
O boşluğun içinde debelenip duruyordu, maden işçisi de
boşluğun tam ortasında yorgunluğuna rağmen acısını tattırmanın hazzını
yaşıyordu. Onun alanında ona düşman, onun beslediği bir nankör vardı kafasının
ta içinde. O nankörü güçlendiriyordu, onu büyütüyor ve ona yeni teknikler
öğretiyordu. O çocukken acemiydi işçi; o
büyüdü, işçi ustalaştı. Korkuyordu, işçinin yanına bir yardımcı almasından. Kim
bilir, belki almıştı da hissedilmiyordu yardımcının verdiği acı acemi
olduğundan.
Eski yerine döndü ve şarkıyı bir kez daha başa sardı. Odayı
sönmeye meyleden ufacık bir mum aydınlatıyordu artık. Küllüğünün kenarındaki sönmüş sigaraya baktı,
aklına insan hayatını sigaraya benzettiği geldi. Tebessüm edip bir sigara daha
yaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder