“Hayatın bizim için ne anlam ifade ettiği, hayatın karşımıza neler çıkarttığı ile değil, bizim hayatın karşısına çıktığımız tavırla belirlenir; başımıza gelenlerden çok, bizim olanlara verdiğimiz tepkiler ile gelişir.” Lewis L. Dunnington
Kalp, içinde tonlarca his barındıran kocaman ve ağır yüklerle
dolu bir mekândır. Bu mekânın kapısı uzunca bir süre açık kalır; birçok kişi
gelir bu mekâna ve pek çok olaya tanıklık eder bu mekan. Gelenlerin kimisi müşteridir, kimisi misafir. Eğer mekânın cirosu iyiyse kimileri de ortaklık
teklif eder, çoğunlukla kabul etmediğin.
Bir gün hırsızlık yaşanır bu mekânda, açıktır çünkü kapısı
daima. Başını kaşır, şöyle bir göz gezdirirsin karşı karşıya kaldığın sahneye.
Bir iç çeker, düşünürsün ve ardından fark edersin, kapının her zaman açık
olmasının sandığın kadar da iyi bir şey olmadığını. Sonra bazı günler kapını
kilitlemeye başlarsın, ama mevsimlerden kış, aylardan şubat ise, hele de yağmur
yağıyorsa kilitlemezsin kapını. Olur ya, birileri yatacak yer bulamaz, üşür
dışarıda.
Sonra bir sabah ıslanarak girdiğin mekânın yağmalandığını
görürsün. Bu kez ilk yaşanan olayın aksine; göz gezdirmez, sahneye sırtını
döner, bir sigara yakarsın yağmurun altına geçip. Artık kapını, mekândan her
ayrılışında kilitlemeye başlarsın, çünkü bilirsin, alışkanlıklara devam etmek,
bazen o alışkanlıkları sana kazandıran durumları yok etmektir. Bilirsin, kapını
kilitlemezsen, bir gün açacak kapın da olmayacak.
Bir süre her şey yolunda gider ve verdiğin kararın ne kadar
mantıklı olduğunu söylersin kendine. Ama sonra, ansızın fark edersin ki,
kapının eşiği eskisi gibi aşınmıyor. Arada bir çıkıp sokağa göz atarsın, olur
ya; biri gelir, uzaktan gelişini izler o ufacık anda mutlu olursun. Ancak ne
gelen vardır ne giden. Şanslı olduğun günler gelir birkaç müşteri, ama eski
tadı kalmamıştır mekânın.
Elindeki ıslak bezle üşenmeden her sabah pırıl pırıl ettiğin
camların su damlalarıyla kaplıdır. Hevesle düzelttiğin sandalyelerinde sıcaklık
yoktur, kir tutmuştur bacakları hareketsizlikten. Askıda kahverengi büyük
parkan dışında yoktur hiçbir şey; ne bir ceket ne bir atkı. Masalarında bardak
izleri ve küller öylece bekler temizlenmeyi. Kitaplar sessizdir bir sohbetin
konusu olamadıklarından. Sonra bir gün yüklersin tüm fazlalıklarını, üstüne bir örtü
atar; müşteriyle, misafirle doldurmak istediğin mekânı ağır yüklerle
doldurursun. Mekân hala oradadır da sen açmazsın artık o kapıyı. Bazen ellerin ceplerinde boş boş dolaşırken sokaklarda uğrarsın bu kimsesiz yere. Ahşap
zeminle birleşen soğuk duvara yaslarsın kendini, böceklerin yuva edindiği bu
leş gibi zemin seni çeker kendine ve kayarsın aşağı doğru.
“Bu da geçecek.” diye ayağa kalktığında her zaman olduğu gibi
bir yara daha eklenmiştir yaranın üstüne. Yoğurdu da üfleyerek yemişsindir hâlbuki.
Ama hayatın sana sundukları hiçbir zaman düz ve basit olmamıştır. Hep bir düğüm
vardır, çoğunu çözmeye çalışırken allak bullak olup yere yığıldığın. Ve öyle
bir an gelir ki, en yerden kalkman gereken zamanda kalkacak mecalin
kalmamıştır. Düşünürsün; “ben miyim böylesine yoran beni, yoksa benim dışımda
bir şey mi?” Aslında seni bu zemine yapıştıran tek başına ne sen ne de senin
dışında bir şeydir. Birbirini takip eden olaylar sonucunda karşına çıkan seçenekler
ve bunların arasında yaptığın tercihlerdir seni yoran.
Zannedersin ki, hayatın seni soktuğu bu sınavda bir noktada
yanlış cevabı işaretledin. Yaptığın tercihler kötü sonuçlar doğurduğunda diğer seçenekleri
daha dikkatli okumadığın için kendine kızarsın. Ama atladığın bir husus vardır;
bu sınavda doğru ya da yanlış seçenek yoktur. Sadece seçenekler vardır,
hangisini tercih edersen et senin canına okuyacak seçenekler… Üst üste binen
yığınla cümle arasından hangisinin öznesi doğru konuldu diye aranırken hiçbirinin
öznesi olmadığını fark etmezsin bile. Sadece alay eder seninle, sen boğuşurken
seçeneklerle. Sen de haklısındır tabi, sürekli farklı alanlardan sınava sokar
seni ve hep de bilmediğin konulardan sorar sorularını. İşaretlemelerini
kurşun kalemle yapmana da izin vermez, boş bırakmana da.
İşte böyle nankör, böyle umursamaz, böyle alaycıdır hayat. Ne
kaçabilirsin bu sınavdan, ne meydan okuyabilirsin hocana. Bir gün sevdirirse
sana; edebiyatta kara mizahı, sinemada absürt komediyi; o zaman ırzına geçildiğinde
zevk almayı ve hocan seninle alay edip kahkaha atarken onunla gülebilmeyi
öğrenirsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder