23 Aralık 2021 Perşembe

PUBLIC'TE BİR MASA

Hayatımdaki güzelliklerin eriyişine tanıklık ediyordum, önlerine duvar gibi dikilsem de zeminle aramdaki boşluktan eriyip kaymaya devam ediyordu. Tüm yok oluşların, yitişlerin, tüm eskiyişlerin hüzünlü bir şahidi olarak arkalarından bakmak kalıyordu yalnızca payıma. "Bir limanda durup izlemek gibiydi. Orada her şey bir akış içinde oluyordu. Gemiler, denizciler, martılar ve hepsinin ortak paydası deniz bile. İnsanların deniz kenarında hissettiği duygu buydu aslında, akmayan tek şey olmak. Yitişlere, eriyişlere, eskiyişlere engel olamamak da tam olarak böyle bir şeydi: kaçınılmaz, sürekli ve içinde sadece senin statik olduğun bir derya deniz."

Akış içinde savrulup dururken hareketlerim  savunucu, önlemlerle çevrili bir yığın oluşturuyordu. Beyhude çabam hayat tarafından alayla karşılanıp yüzüme yediğim ağır bir tokatla karşılık bulsa bile her defasında deniyor, hiç vazgeçmiyordum. Çünkü bana tokat atan bu korkunç somut gerçeklik, aynı zamanda tüm o güzel şeyleri getirenden farksız bir şey değildi. Vazgeçmezsem bana mükâfatımı verir diye umup x kuşağı kadınları gibi "hem sever hem döver" deme cahilliğine kapılıyordum. 

"Bazı şeylerle uzlaşamıyordun, bu böyleydi. İnsan bunu ne kadar erken kavrarsa o kadar sakin yaşıyordu hayatını. İnsanı dinginleştiren kavrayıştı çünkü. Bu bende de bu şekilde gelişmişti, hayatı tanımak, beni daha müsterih yapıyordu. Hayat elbette bir mücadeleydi, ancak bunu bir kavgaya dönüştürüp agresif olmanın da hiçbir kazancı yoktu. İnsan hayatının bir anında makul olmanın önemini kavrıyor, o andan sonra her şeyin makul olanından tat alıyordu. Makul insanla oturup konuşmanın keyfini yaşıyor, bu sakinliğin ve anlayış ortamının ayırdına varıyordu. Hayat da aslında makul biriydi. sen nasıl kurgularsan onu görüyordun, inatlaşırsan da sana haddini bildiriyordu. Üzerinde oyundan çıkmak dışında bir yaptırımın da olamıyordu ayrıca, tamamen onun istediği şekilde gelişiyordu dolayısıyla olaylar. Getirdiği şeyler ufak etkiler haricinde umduğunu değil, bulduğunu yemek gibiydi. Zamanın bize yaşattıkları ve zaman skalasındaki mikroskobik yerimi düşününce de misafir gibi bulduğumu yiyebilmenin bile bir lütuf olduğunu görebilmiştim. Zaman ister eskiyişler getirecekti, isterse de yitişler... Kıyısında durup izlemek tek seçenekti ve hayat onunla aynı anda oturup pazarlık etme şansı tanımak için onunla konuşabilecek kadar makul olmamı bekliyordu."

Ben de kendimi azalttım, hududumu bildim, yok etmek pahasına kendimi.  Öylece durdum bir noktadan sonra. Hayat içten değil, dıştan etkileniyordu; fark etmiştim geç  de olsa. İşte o an gerçekten denizin kenarında durup akan her şeyi izleyen birine dönüştüm. Daha mi iyidi, bilmiyordum. Her zaman yaptığım en iyi şeyi yapıp sadece deniyordum. Hayat tek bir yöntem belirleyebileceğim bir yer değildi, hiç olmamıştı. Bu yanılgıya düşmek, beni yaşamamış kılardı. Yaşamıştım. Tutkunun, acının her haliyle tanışmıştım da selamlaşıp ayrılamamıştım. Her biriyle sevişmiş, iç içe geçmiş, koynuma alıp sarılıp uyumuştum. Tahrik ediyordu, güçlü kılıyor, hem yok ediyor hem de baştan yaratıyordu. Ben her geçen gün dönüşüyordum. Kendimden vazgeçiyor, hayatta kalmak için sıradan birine dönüşüyordum.O yeteneklerimi yok ediyor ve beni cansızlaştırıyordu. Her soluğumda solduğumu hissediyordum. Her gün biraz daha ölürken yüzümde buruk bir gülümseme, ellerimde ağır bir taşla yokuş başında hayatı karşılıyordum. Bana verdiklerinin karşılığını beni yok ederek alıyordu; ben de sıradan, makul, aza kanaat eden bir insan olarak onunla aleyhime sonuçlanacak bir antlaşma imzalıyordum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder