8 Nisan 2020 Çarşamba

TOZ




Küçük bir an içine her şeyi sığdırdım
Kimi zaman kendimi bile uzakla
ştırdım
G
üzel şeyler çabuk ölür, çürür, gider
Beklentiler, seni kendi bataklı
ğına çeker

Umarım bur’da tozum bile kalmaz
Umarım beni kimse hatırlamaz

Tuhaf bir an, derine bir sırdı sakladım
Ço
ğu zaman yaşadığımı unutmaya çalıştım
Hayaletler, hep ayn
ı döngüde gezer
Baz
ı şeyler, seni mezara kadar takip eder

Umarım bur’da tozum bile kalmaz
Umarım beni kimse hatırlamaz…

Olmaz dediklerim,
Daha
ş
imdiden eskidi
Bütün o çaba, anlamını yitirdi

Ellerimi kâğıdın üstünde gezdiriyorum, sözlerime nasıl başlayacağımı bilmiyorum bile. Tek bildiğim içimde sonu bulmayan bir acı olduğu. Hayatım ne kadar yolunda giderse gitsin bitmeyen bir acı. Sebebini bilmediğim, orijinini keşfedemediğim, her ufak sorunda üstüme çullanan ve aslında hep orada olduğu halde bir gelişinde pir gelen,  saatlerce peşimi bırakmayan, beni iliklerime kadar ele geçiren sonsuz bir acı. Fenomen değil.  Sebebi yok, çaresi yok. Sadece kendisi var. Hayatımın her anında benim yanımda olan, bana herkesten, her şeyden daha yakın bir acı. Omuzlarımda bazen seve seve taşıdığım, bazen defolması için saatlerce kendi kendime konuştuğum bir acı.

Hayatım boyunca kendimi bir şeyleri anlamaya adadım, en başta kendimi. Davranışlarımın altında yatan sebepleri aradım, çocukluğuma indim, geleceğime gittim. Sonsuz acının nereden geldiğini ve beni nereye götüreceğini keşfetmek için çıktığım her yolculuk zorlu oldu. Dahası kendime ayna tutacak birsürü şey buldum. Hiçbirindeki yansıma beni tatmin etmedi. Kendimle her buluştuğumda o şeyi reddettim. Kendini sevmekten ve tanımaktan öyle yoksundum ki inkâra sığındım her seferinde. Bir süre sonra “o şey ben miyim, sadece inkâr mı ediyorum” sorusunun cevabı silikleşti.

“Seni anlıyorum” deyip ellerimi avucuna alan insanlara büyük bir tebessümle cevap verdim. Onlar bunun bir sembol olduğunu anlamadılar. Çaresizliğin ve kimsesizliğin büyük bir sembolüydü bu. Gözlerimi ovuşturduğumda canımın yandığını sananlar gülümserken acının en derinini yaşadığımı fark edemediler. Gözyaşları birsürü zırvalığın sebebiyken en derin acılar, boşlukta bir tebessümün konusu olurlar. Ve ben insanlar içinde sürekli gülerken yastığımın ucunda ağlardım. Yastığımın ucu hep daha güzeldi. 


Birsürü insan var etrafımda, dolaşıp duruyorlar aylak aylak. Hepsi tuhaf ve yabancı. Bense kocaman bir boşlukta süzülüyorum. Öyle büyük ki boşluk, geçtiğim bir noktadan bir daha geçmiyorum.  Ama hep aynı insanları görüyorum. Korkak insanları, fırsatçıları, abartanları, iyi geçinenleri, basit zevkleri olan insanları ve bana dokunmayı çalışanları. Herkes nasıl da aynı bunca kalabalık arasında. Hatalar güzeldir, hataları severim. Bunlar hata değil, bunlar kötülük. Bunlar bilinçsizce yapılan şeyler değil, bunlar bile isteye harekete geçirilen eylemler. Akılları çalışıp da akılsız gibi davranmayı tercih edenler bunlar; en korkunçları, en tehlikelileri. Bense kendini akıllı sanan bir akılsız, bir hata. Baştan aşağı bir hata. Yanlışlıkla ortaya çıkmış, bunu engellemek için de her şeyi denemiş bir hata. Kendisini birkaç hafta daha içerde bırakıp imha etmeye çalışmış başarılı olamamış, zorla dünyaya atılmış koca bir hata.

Kim olursa olsun onların çirkin yüzlerini hafif ya da ağır şekillerde anlık da olsa bir gün gördüm. Onların korkak, fırsatçı yüzlerini. Bir insanla sorun yaşayıp ona anlık sinirlenince yine anlık olarak korkunç duygular beslemeye başladım, ama bu öfke birkaç saat, birkaç gün, birkaç ay sonra geçip gitse bile içimde oluşan korkunç duyguların ufacık bir kısmı kaldı ve eskisi gibi olamadım bir türlü. Belki de insanlarla aramı açan şey de hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmeme rağmen içimde hissettiğim bu artık duygulardı. Çöpe atılması sıkıca ağzı bağlanıp kat kat poşetlere sarılması gereken bu duygular çöpe asla atılmadı, atılamadı. Ne kapıcı geldi, ne de ben dışarı çıktım. Çöpler üst üste bindi, kokuşup bakteri üretmeye başladı ve ben içerde bir yerlerde çürüdüğümü hissediyordum. Eskidiğimi, kokuştuğumu ve çirkinleştiğimi… Hangisinin önce başladığı ise bir muamma. Çirkinliklerim içimden dışarı taşmaya başladığında mı onlarla aram açıldı, yoksa onlarla aram açıldığı için mi çirkinleştim; hiçbir fikrim yok. Ama birbirlerini besledikleri aşikâr.

Hiçbir şeye gücüm yok, artık yazmaya bile üşeniyorum. Öyle ki artık yazdıklarım bile dümdüz basit cümlelerle bezenmiş bir yığın, hayatım gibi. Konuşur gibi, ağzıma ne gelirse yazıveriyorum. Hâlbuki böyle olmasını istememiştim. Artık öfkelendiğimde sadece boş boş bakıyorum, onlardan biriyle tartışıyorsam konuyu saptırmadan, uzatmadan “tamam” diyorum. Yeter ki sussun. Ses istemiyorum, gürültü hiç istemiyorum. İyi ya da kötü bir hareket istemiyorum. Sıradanlaşabilir her şey aniden, yok olabilir de; ben yine öylece bakmaya devam edeceğim ne de olsa. Ne de olsa çabam, bağırmalarım, gülüşlerim, yoruluşlarım bir yok oluş diyarında süzülüyor. Seni ‘sen’ yapan ne varsa onlar da çekip gidiyor birer birer. Kendini bile tanıyamaz oluyorsun. Herkesi itiyorsun, kendinle birlikte. Hem de öyle birer birer, aşamalı olarak da değil; topyekûn ve kökten itiyorsun. 

Tüm gün yaşadığın gerginlikleri gökyüzüne bakıp sigaranı yukarı üflediğinde atıyorsun belki dumanla birlikte içinden. Ama hayatındaki gerginlikleri oradan oraya taşıyorsun cebinde. Öyle sakin sakin de taşımıyorsun, varlığını unutup kaybettiğini sandığın bir şey olmuyor hiç. Aksine, yürürken ellerin cebinde hep, parmaklarının arasında yuvarlıyorsun onları.

Bazen birinin elini tutmak için çıkarıyorsun; yaşlı, genç, kadın, erkek. Kim seni iyileştirmeye geldiyse, kim kalbine dokunmaya çalıştıysa ona işte. Çıkarıyorsun elini cebinden, dertlerin parmaklarının arasından kayıp cebinin derinliğine gömülüyor. Cebin de delik değil ki akıp gitsin yürüdüğün sokaklara. Ama olsun bazen ellerin başka ellerle birleşince dertler gömülüyor cebinin derinliğine, kısa süreliğine de olsa unutur gibi oluyorsun. Ondandır ki tutacak bir el arıyorsun boşlukta. Yine de biliyorsun; avuç çizgilerini ezberlemiş parmaklar da, şöyle tırnağının ucuna dokunup soğuk diye çekilen bir el de dertlerini parçalamıyor, cebinden çıkarıp fırlatmıyor onları sokağa. O sadece abartıp fırsatları değerlendiriyor, sonra da korkuyor gördüğü şeyden. Yalnızca yanılsamanı yaşatıyor, ardından da çekip gidiyor. Sen de gülümsüyorsun iç çekip elini tekrar cebine koyarken. Eh kızamıyorsun da; sen çıkardın mı sanki onun cebindekileri? Belki biraz da ekledin. Kim haklı, kim suçlu tartışmanın lüzumu var mı? Bir şeyler oluyor ve bitiyor, bu kadar işte. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder