Küçük bir an
içine her şeyi sığdırdım
Kimi zaman kendimi bile uzaklaştırdım
Güzel şeyler çabuk ölür, çürür,
gider
Beklentiler, seni kendi bataklığına çeker
Umarım
bur’da tozum bile kalmaz
Umarım beni kimse hatırlamaz
Tuhaf
bir an, derine bir sırdı sakladım
Çoğu zaman
yaşadığımı
unutmaya çalıştım
Hayaletler, hep aynı döngüde
gezer
Bazı şeyler,
seni mezara kadar takip eder
Umarım
bur’da tozum bile kalmaz
Umarım beni kimse hatırlamaz…
Olmaz dediklerim,
Daha şimdiden
eskidi
Bütün o çaba, anlamını yitirdi
Küçük bir an
içine her şeyi sığdırdım
Kimi zaman kendimi bile uzaklaştırdım
Güzel şeyler çabuk ölür, çürür, gider
Beklentiler, seni kendi bataklığına çeker
Kimi zaman kendimi bile uzaklaştırdım
Güzel şeyler çabuk ölür, çürür, gider
Beklentiler, seni kendi bataklığına çeker
Umarım
bur’da tozum bile kalmaz
Umarım beni kimse hatırlamaz
Umarım beni kimse hatırlamaz
Tuhaf
bir an, derine bir sırdı sakladım
Çoğu zaman yaşadığımı unutmaya çalıştım
Hayaletler, hep aynı döngüde gezer
Bazı şeyler, seni mezara kadar takip eder
Çoğu zaman yaşadığımı unutmaya çalıştım
Hayaletler, hep aynı döngüde gezer
Bazı şeyler, seni mezara kadar takip eder
Umarım
bur’da tozum bile kalmaz
Umarım beni kimse hatırlamaz…
Umarım beni kimse hatırlamaz…
Olmaz dediklerim,
Daha şimdiden eskidi
Bütün o çaba, anlamını yitirdi
Daha şimdiden eskidi
Bütün o çaba, anlamını yitirdi
Ellerimi
kâğıdın üstünde gezdiriyorum, sözlerime nasıl başlayacağımı bilmiyorum bile.
Tek bildiğim içimde sonu bulmayan bir acı olduğu. Hayatım ne kadar yolunda
giderse gitsin bitmeyen bir acı. Sebebini bilmediğim, orijinini keşfedemediğim,
her ufak sorunda üstüme çullanan ve aslında hep orada olduğu halde bir
gelişinde pir gelen, saatlerce peşimi bırakmayan, beni iliklerime kadar
ele geçiren sonsuz bir acı. Fenomen değil. Sebebi yok, çaresi yok. Sadece
kendisi var. Hayatımın her anında benim yanımda olan, bana herkesten, her
şeyden daha yakın bir acı. Omuzlarımda bazen seve seve taşıdığım, bazen
defolması için saatlerce kendi kendime konuştuğum bir acı.
Hayatım boyunca kendimi bir şeyleri anlamaya
adadım, en başta kendimi. Davranışlarımın altında yatan sebepleri aradım,
çocukluğuma indim, geleceğime gittim. Sonsuz acının nereden geldiğini ve beni
nereye götüreceğini keşfetmek için çıktığım her yolculuk zorlu oldu. Dahası
kendime ayna tutacak birsürü şey buldum. Hiçbirindeki yansıma beni tatmin
etmedi. Kendimle her buluştuğumda o şeyi reddettim. Kendini sevmekten ve
tanımaktan öyle yoksundum ki inkâra sığındım her seferinde. Bir süre sonra “o
şey ben miyim, sadece inkâr mı ediyorum” sorusunun cevabı silikleşti.
“Seni anlıyorum” deyip ellerimi avucuna alan insanlara büyük bir tebessümle cevap verdim. Onlar bunun bir sembol olduğunu anlamadılar. Çaresizliğin ve kimsesizliğin büyük bir sembolüydü bu. Gözlerimi ovuşturduğumda canımın yandığını sananlar gülümserken acının en derinini yaşadığımı fark edemediler. Gözyaşları birsürü zırvalığın sebebiyken en derin acılar, boşlukta bir tebessümün konusu olurlar. Ve ben insanlar içinde sürekli gülerken yastığımın ucunda ağlardım. Yastığımın ucu hep daha güzeldi.
“Seni anlıyorum” deyip ellerimi avucuna alan insanlara büyük bir tebessümle cevap verdim. Onlar bunun bir sembol olduğunu anlamadılar. Çaresizliğin ve kimsesizliğin büyük bir sembolüydü bu. Gözlerimi ovuşturduğumda canımın yandığını sananlar gülümserken acının en derinini yaşadığımı fark edemediler. Gözyaşları birsürü zırvalığın sebebiyken en derin acılar, boşlukta bir tebessümün konusu olurlar. Ve ben insanlar içinde sürekli gülerken yastığımın ucunda ağlardım. Yastığımın ucu hep daha güzeldi.
Birsürü insan var
etrafımda, dolaşıp duruyorlar aylak aylak. Hepsi tuhaf ve yabancı. Bense
kocaman bir boşlukta süzülüyorum. Öyle büyük ki boşluk, geçtiğim bir noktadan
bir daha geçmiyorum. Ama hep aynı insanları görüyorum. Korkak insanları,
fırsatçıları, abartanları, iyi geçinenleri, basit zevkleri olan insanları ve
bana dokunmayı çalışanları. Herkes nasıl da aynı bunca kalabalık arasında.
Hatalar güzeldir, hataları severim. Bunlar hata değil, bunlar kötülük. Bunlar
bilinçsizce yapılan şeyler değil, bunlar bile isteye harekete geçirilen
eylemler. Akılları çalışıp da akılsız gibi davranmayı tercih edenler bunlar; en
korkunçları, en tehlikelileri. Bense kendini akıllı sanan bir akılsız, bir
hata. Baştan aşağı bir hata. Yanlışlıkla ortaya çıkmış, bunu engellemek için de
her şeyi denemiş bir hata. Kendisini birkaç hafta daha içerde bırakıp imha
etmeye çalışmış başarılı olamamış, zorla dünyaya atılmış koca bir hata.
Kim olursa olsun
onların çirkin yüzlerini hafif ya da ağır şekillerde anlık da olsa bir gün
gördüm. Onların korkak, fırsatçı yüzlerini. Bir insanla sorun yaşayıp ona anlık
sinirlenince yine anlık olarak korkunç duygular beslemeye başladım, ama bu öfke
birkaç saat, birkaç gün, birkaç ay sonra geçip gitse bile içimde oluşan korkunç
duyguların ufacık bir kısmı kaldı ve eskisi gibi olamadım bir türlü. Belki de
insanlarla aramı açan şey de hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmeme
rağmen içimde hissettiğim bu artık duygulardı. Çöpe atılması sıkıca ağzı
bağlanıp kat kat poşetlere sarılması gereken bu duygular çöpe asla atılmadı,
atılamadı. Ne kapıcı geldi, ne de ben dışarı çıktım. Çöpler üst üste bindi,
kokuşup bakteri üretmeye başladı ve ben içerde bir yerlerde çürüdüğümü
hissediyordum. Eskidiğimi, kokuştuğumu ve çirkinleştiğimi… Hangisinin önce
başladığı ise bir muamma. Çirkinliklerim içimden dışarı taşmaya başladığında mı
onlarla aram açıldı, yoksa onlarla aram açıldığı için mi çirkinleştim; hiçbir
fikrim yok. Ama birbirlerini besledikleri aşikâr.
Hiçbir şeye gücüm yok,
artık yazmaya bile üşeniyorum. Öyle ki artık yazdıklarım bile dümdüz basit
cümlelerle bezenmiş bir yığın, hayatım gibi. Konuşur gibi, ağzıma ne gelirse
yazıveriyorum. Hâlbuki böyle olmasını istememiştim. Artık öfkelendiğimde sadece
boş boş bakıyorum, onlardan biriyle tartışıyorsam konuyu saptırmadan, uzatmadan
“tamam” diyorum. Yeter ki sussun. Ses istemiyorum, gürültü hiç istemiyorum. İyi
ya da kötü bir hareket istemiyorum. Sıradanlaşabilir her şey aniden, yok
olabilir de; ben yine öylece bakmaya devam edeceğim ne de olsa. Ne de olsa
çabam, bağırmalarım, gülüşlerim, yoruluşlarım bir yok oluş diyarında süzülüyor.
Seni ‘sen’ yapan ne varsa onlar da çekip gidiyor birer birer. Kendini bile
tanıyamaz oluyorsun. Herkesi itiyorsun, kendinle birlikte. Hem de öyle birer
birer, aşamalı olarak da değil; topyekûn ve kökten itiyorsun.
Tüm gün yaşadığın
gerginlikleri gökyüzüne bakıp sigaranı yukarı üflediğinde atıyorsun belki
dumanla birlikte içinden. Ama hayatındaki gerginlikleri oradan oraya taşıyorsun
cebinde. Öyle sakin sakin de taşımıyorsun, varlığını unutup kaybettiğini
sandığın bir şey olmuyor hiç. Aksine, yürürken ellerin cebinde hep,
parmaklarının arasında yuvarlıyorsun onları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder