Nefes
alamıyorum. Hayatın elleri boğazımda. Bir hıçkırık kilitlenmiş sözlerime.
Kaçamıyorum, ölemiyorum, yaşayamıyorum. Çaresizlik hiç bu kadar gerçek
olmamıştı. Çaresizlik ete kemiğe büründü ve ilmek ilmek kurduğum beni yok
etmeye başladı. Kaçınılmaz bir kaosun hasarı bu. Karanlık bir çerçevenin
içinden sarkıtıyor boynumu. Erimeye başladım her şeyimle ve dokunduğum her şeyi
çürütüyorum. Her uyanışta, her gülüşte, her bir adımda ışığın uzantısını
arıyorum. Tanrım beni neden bu dünyaya attın, bana neden böylesine acılı bir
ruh verdin?
Yolum yok, yurdum, kimsem yok. Neyim
ben, ne oluyorum? Kimim ve kime dönüşüyorum? Beni attığın bu çukurdan çıkacak
bir gerecim ya da uzvum yok, üstelik beni her şeyin farkında kılarak acımı
keskinleştirdin. Sivri köşeleri var ve şimdi o köşeler kesiyor beni. Yırtılışımı
görmek seni mutlu ediyor mu?
Baş edemediğim bu acıyı her gün
yastığımın altına gizliyorum. Üzülmesin diye annem, bu haykırışı zoraki bir tebessümün içine
saklıyorum. Ben bir insan kalıntısıyım. Amacım yok, hevesim yok, arzum yok,
beklentim, umudum yok. Bana verdiğin tek kurşunu kafama sıkmamak için tüm
gayretim. Bu bitik ruhun bataklığına saplandım. Çırpınmıyorum, batıyorum.
Gözyaşı terk etti beni. Bir
bakakalıştan ibaretim. Acımı gösteriye açmaktan kaçtıkça alt etti beni, artık
taşıyor. İçimde tutamıyorum, bastıramıyorum. Kaybım fenomen, görmezden
gelemiyorum. Kendimin kanlı bir şahidiyim. Gün gelecek kalbimi bir mezbahanın çizik
tezgâhında kendi ellerimle keseceğim, ölüp gideceğim. Öyle şanlı bir ölüm de
değil; zavallı, gösterişsiz bir ölüm olacak bu. Kasvetli, küçük bir kalabalığın
estetik yoksunu sekansını makul kılan bir an. Ve diyecekler; “İyi bilirdik”.
Aslında kimse bilmeyecek “iyi miydim?”. Ezberlenmiş, sıradan cümleler eşliğinde
hüzünlü bir hikâye yazacaklar ardımdan. Yaşamımı umursamayan kim varsa ölümün
öğretilmiş kalıplarına sığınıp o yalan sözlerini saçacaklar yüzsüzce. Övgülü
söylemlerin tesiri, uzanmayacak olana atfedilecek. Bedenim kadar soğuk olan bir
mermer parçasının pürüzsüzlüğü, ölümümün taze kanıtı olacak. Sığ ifadelerini
şiirsel bir üslupla pazarlayacaklar cesedim sarılıyken. Utanmayacaklar, biraz
bile kızarmayacak yüzleri. Nefesim ağzımdayken anlamı olmayan ne varsa büyülü,
kutsal bir anlam kazanacak aniden.
Merhamet birden uyuduğu yerden ayağa kalkacak ve aciz bir dilin sesinden
dışarı akacak. Ölümü kutsayanlar, ölümden en çok korkanlar olacak. Kötülükler
bir günlüğüne bertaraf edilecek. Yerini bulmamış tüm dünyevi arzular, bir günlüğüne
askıya alınacak ve yaşamak pek matahmış gibi şükredilecek tanrıya. Yerimin
sözde cennetin bahçelerinde olması dileğine hapsedecekler gürültülü
yakarışlarını. Pek de umursamadıkları ben, cenaze konseptinin hakkı verilsin
diye ufak bir şovun parçası olacağım. Öyle kusursuz bir gösteri olacak ki bu;
herkes kendi doğaçlamasıyla sözde acısının tasvirini layığıyla yapacak.
Korkaklığın neferleri gösterinin ön sıralarında oynayacak rollerini. Oysa kutsanmış
bir öfke kadar saygıları yok kendilerine. Var oluşumun bir ömür kazanamadığı
anlamı, mutlak hiçliğime adayacaklar. Hayatın tek gerçek anını, sözde
acımalarıyla bozacaklar.
Ertesi gün olunca tek gerçek derdi, evine ekmek götürmek olan bir çocuğa acıyacaklar bu kez. Sükûnete gömülmüş
vicdanlarını her fırsatta açığa çıkaracak, siyah beyaz filmlerden kalma kederli
bir hikâye bulacaklar; ancak eylemsizlikleri ruhlarının katili olacak. Her
geçen gün dönüştükleri şeyi saklamak için toplumun kirli sayfalarınca tahakküm
altına alınmış o kelimelere başvuracaklar. Hâlbuki kendi gamında boğulan, kötücül
bir doğa hatası olduklarını anlamayacak hiçbiri. Nereden mi biliyorum? Eşsiz
çocuk kalbim çoktan bozuldu. İnsanlıktan çıkarak insan oldum. Nasıl olsa insan
olmak, böyle bir şey değil miydi?
Şimdi gömüldüğüm bu acı, üstüme
atılacak o topraktan daha ağır. Henüz gözlerim açıkken ve soluğum boğazımda da
olsa hissediliyorken, taşınamayan bir yükle sürükleniyorum hayatın kaygan
sırtında. Asfaltın ortasında can çekişen bir sokak hayvanı gibi hiçbir şeyi
arzulamadığım kadar arzuluyorum ölümü. Baş etmek için kendimle, bütüncül
olmayan cümleler yazıyorum yığın yığın. Çığlığımı 5.5 inçlik bir ekrandan
duyduğunuzu zannederken, bunun aslında sadece bir fısıltı olduğunu
anlamıyorsunuz bile. Anlamayın, hüzünlü hikâye de yazmayın ardımdan. Yalan
övgülerinizi de alın, başınıza çalın. Bir
gün ölürsem, adıma mutlu olun yalnızca; “bucaksız acısı nihayet son buldu” diye
alkışlarla uğurlayın. “En büyük hayaline kavuştu” deyin ve illa gösterişli bir
yakarışta bulunacaksanız adıma, yalnızca bir tanrı olmamasını umun.