30 Mart 2022 Çarşamba

ACZ




Yaşama hevesini sıfırlama uyarısı.

https://www.youtube.com/watch?v=y5GznPPdOS4

    Nefes alamıyorum. Hayatın elleri boğazımda. Bir hıçkırık kilitlenmiş sözlerime. Kaçamıyorum, ölemiyorum, yaşayamıyorum. Çaresizlik hiç bu kadar gerçek olmamıştı. Çaresizlik ete kemiğe büründü ve ilmek ilmek kurduğum beni yok etmeye başladı. Kaçınılmaz bir kaosun hasarı bu. Karanlık bir çerçevenin içinden sarkıtıyor boynumu. Erimeye başladım her şeyimle ve dokunduğum her şeyi çürütüyorum. Her uyanışta, her gülüşte, her bir adımda ışığın uzantısını arıyorum. Tanrım beni neden bu dünyaya attın, bana neden böylesine acılı bir ruh verdin?

    Yolum yok, yurdum, kimsem yok. Neyim ben, ne oluyorum? Kimim ve kime dönüşüyorum? Beni attığın bu çukurdan çıkacak bir gerecim ya da uzvum yok, üstelik beni her şeyin farkında kılarak acımı keskinleştirdin. Sivri köşeleri var ve şimdi o köşeler kesiyor beni. Yırtılışımı görmek seni mutlu ediyor mu?

    Baş edemediğim bu acıyı her gün yastığımın altına gizliyorum. Üzülmesin diye annem,  bu haykırışı zoraki bir tebessümün içine saklıyorum. Ben bir insan kalıntısıyım. Amacım yok, hevesim yok, arzum yok, beklentim, umudum yok. Bana verdiğin tek kurşunu kafama sıkmamak için tüm gayretim. Bu bitik ruhun bataklığına saplandım. Çırpınmıyorum, batıyorum.

    Gözyaşı terk etti beni. Bir bakakalıştan ibaretim. Acımı gösteriye açmaktan kaçtıkça alt etti beni, artık taşıyor. İçimde tutamıyorum, bastıramıyorum. Kaybım fenomen, görmezden gelemiyorum. Kendimin kanlı bir şahidiyim. Gün gelecek kalbimi bir mezbahanın çizik tezgâhında kendi ellerimle keseceğim, ölüp gideceğim. Öyle şanlı bir ölüm de değil; zavallı, gösterişsiz bir ölüm olacak bu. Kasvetli, küçük bir kalabalığın estetik yoksunu sekansını makul kılan bir an. Ve diyecekler; “İyi bilirdik”. Aslında kimse bilmeyecek “iyi miydim?”. Ezberlenmiş, sıradan cümleler eşliğinde hüzünlü bir hikâye yazacaklar ardımdan. Yaşamımı umursamayan kim varsa ölümün öğretilmiş kalıplarına sığınıp o yalan sözlerini saçacaklar yüzsüzce. Övgülü söylemlerin tesiri, uzanmayacak olana atfedilecek. Bedenim kadar soğuk olan bir mermer parçasının pürüzsüzlüğü, ölümümün taze kanıtı olacak. Sığ ifadelerini şiirsel bir üslupla pazarlayacaklar cesedim sarılıyken. Utanmayacaklar, biraz bile kızarmayacak yüzleri. Nefesim ağzımdayken anlamı olmayan ne varsa büyülü, kutsal bir anlam kazanacak aniden.  Merhamet birden uyuduğu yerden ayağa kalkacak ve aciz bir dilin sesinden dışarı akacak. Ölümü kutsayanlar, ölümden en çok korkanlar olacak. Kötülükler bir günlüğüne bertaraf edilecek. Yerini bulmamış tüm dünyevi arzular, bir günlüğüne askıya alınacak ve yaşamak pek matahmış gibi şükredilecek tanrıya. Yerimin sözde cennetin bahçelerinde olması dileğine hapsedecekler gürültülü yakarışlarını. Pek de umursamadıkları ben, cenaze konseptinin hakkı verilsin diye ufak bir şovun parçası olacağım. Öyle kusursuz bir gösteri olacak ki bu; herkes kendi doğaçlamasıyla sözde acısının tasvirini layığıyla yapacak. Korkaklığın neferleri gösterinin ön sıralarında oynayacak rollerini. Oysa kutsanmış bir öfke kadar saygıları yok kendilerine. Var oluşumun bir ömür kazanamadığı anlamı, mutlak hiçliğime adayacaklar. Hayatın tek gerçek anını, sözde acımalarıyla bozacaklar.

    Ertesi gün olunca tek gerçek derdi, evine ekmek götürmek olan bir çocuğa acıyacaklar bu kez. Sükûnete gömülmüş vicdanlarını her fırsatta açığa çıkaracak, siyah beyaz filmlerden kalma kederli bir hikâye bulacaklar; ancak eylemsizlikleri ruhlarının katili olacak. Her geçen gün dönüştükleri şeyi saklamak için toplumun kirli sayfalarınca tahakküm altına alınmış o kelimelere başvuracaklar. Hâlbuki kendi gamında boğulan, kötücül bir doğa hatası olduklarını anlamayacak hiçbiri. Nereden mi biliyorum? Eşsiz çocuk kalbim çoktan bozuldu. İnsanlıktan çıkarak insan oldum. Nasıl olsa insan olmak, böyle bir şey değil miydi?

    Şimdi gömüldüğüm bu acı, üstüme atılacak o topraktan daha ağır. Henüz gözlerim açıkken ve soluğum boğazımda da olsa hissediliyorken, taşınamayan bir yükle sürükleniyorum hayatın kaygan sırtında. Asfaltın ortasında can çekişen bir sokak hayvanı gibi hiçbir şeyi arzulamadığım kadar arzuluyorum ölümü. Baş etmek için kendimle, bütüncül olmayan cümleler yazıyorum yığın yığın. Çığlığımı 5.5 inçlik bir ekrandan duyduğunuzu zannederken, bunun aslında sadece bir fısıltı olduğunu anlamıyorsunuz bile. Anlamayın, hüzünlü hikâye de yazmayın ardımdan. Yalan övgülerinizi de alın, başınıza çalın.  Bir gün ölürsem, adıma mutlu olun yalnızca; “bucaksız acısı nihayet son buldu” diye alkışlarla uğurlayın. “En büyük hayaline kavuştu” deyin ve illa gösterişli bir yakarışta bulunacaksanız adıma, yalnızca bir tanrı olmamasını umun.

 


 

29 Mart 2022 Salı

HİÇ?







Ağır melankoli uyarısı.



            Hiç kahkahanın ardından bilmediğin bir acı duydun mu içinde? Ne yaparsan yap dolduramadığın o boşluk sardı mı tüm yanını? Duyumsadığın en keyifli anda bir şeyin eksik olduğu kuşkusu ele geçirdi mi seni? Göğüs kafesinin tam ortasında gün be gün büyüyen bir yumru hissettin mi hiç? Nereye gidersen git, kime karışırsan karış sana soluk aldırmayan bir endişeyi de taşıdın mı yanında? Hiç iç sıkıntınla seviştin mi gece boyu? Sönmüş ışığının parıltısını aradın mı aynada umutla? Sorunlu biriymişsin gibi “Kendine gel!” dedin mi şiddetle? Sıradan bir akşam sofrasında boğazına dizildi mi o hevesle hazırladığın yemek? Masayı yıkmak istemedin mi hiç? Karşıdaki sandalyede kimse olmamasına rağmen umdun mu?.. Sen hiç sandalye ile konuştun mu?

            Kalabalık bir kaldırımın ortasında aniden gelen bir bağırma isteği tetikledi mi seni? Belki dışarıdan bakıldığında elleri cebinde, alelade biriydin. Artık alelade olmak istemediğin oldu mu, yoksa görünmez olmak senin zırhın mıydı? Hiç çözümü bilmene rağmen sorunun kendisi oldun mu, yoksa çözümü gerçekte hiç aramadın mı? Çözümün bedeli, sorunun kendisinden daha ağır geldi mi hiç sana? Hiç bin kere baş koyduğun yoldan bin bir kere döndün mü? Yalnızlığı bir sanatmış gibi yoğurdun mu salonunda? Birini hislerini özgür bırakmaya zorladın mı hiç, ya kendini? Hiç birinin kalbi ellerinin arasındaymış gibi hissettin mi? Hiç gerçekten birine dokundun mu, yoksa gerçekte dokunduğun şey girintili çıkıntılı bir et parçası mıydı? Dokunmanın gerçek anlamını keşfettin mi hiç? Kendini kaybettiğini hissetin mi, içinin çürüyüp kokuştuğunu? Bir gece tütsüsüyle, erimiş birkaç mumla gidermeyi denedin mi kokuşmuşluğunu?

            İçinde duyumsadığın bu süslü kin için kızdın mı kendine? Düşündün mü onca dert arasındaki çabasızlığını? Mücadelenin tam orta yerinde çoktan öldüğünü fark ettin mi? Günün ilk kahvesinde dışarıya bakıp iç geçirdin mi? Çatık kaşlı kadınların makyajındaki, esnafın kapısının önünü süpürüşündeki o yitik kederi gördün mü? Hiç kanıksadın mı acizliğini, yoksa bu sana utanç mı verdi yalnızca?

            Anlaşılma arzusunda bile muğlaklığının esiri oldun mu hiç? Deliliğini gizlemeyi denerken esas kimliğini unuttun mu? Var olmayan bir acı yaratımıyla post modernist bir şovun aktörü oldun mu? Sözde savunmaların seni daha büyük bir kavganın mağlubu yaptı mı hiç? Yenilmeye mahkûm olduğun bir kavgaya tutuştun mu kendinle? Kaçarken es kaza girdiğin çıkmaz sokağı yuvan belledin mi? Aklınla kelepçeledin mi ruhunun ellerini? Baskıladığın her şey bir sigaranın orta yerinde sıktı mı boğazını? Yalanınla süsledin mi hiç o mağrur duruşu? Kayda geçmeyecek hevesleri içindeki kara deliğe tıkıştırmaya çalışırken daha da çıktın mı yoldan? Hayatının muazzam sürüklenişini arkana yaslanıp izledin mi hiç keyifle? Her fırsatta kendini tecrit ettiğin o zorba, o yoz topluma kızdın mı?

            Hiç tamir etmeye kalkıştığın ne varsa elinde kaldı mı? Sıradan bir yaz günü, cehennemle tanıştırdı mı hiç seni? Herkesin hevesle kucakladığı o güneş celladının şahitliğini yaptı mı? Alaycı bir tebessümün günlerce geçmeyen sızısını öfkenle bastırdın mı? Acısına alıştığın yaraların iyileştiği yanılgısına kapıldın mı? Kalbinin tozlu kuytusu ziyaret edildiğinde çıplaklığını kabalığınla örttün mü? Pek de inanmadığın halde tanrıdan yardım istedin mi ıssızlığına? Ölümün cazibesi yaşamını tutkulu kıldı mı hiç? Yüzünün yarısını kaplayan karanlığın içine gömüldün mü balkonunda? Korkaklığını umursamazlığının ardına sakladın mı hiç özenle? Hiç hayattan pek beklentin yokmuş gibi görünmene karşın arzularına ket vurmanın yollarını aradın mı? Kendini aklamak için her şeyi meşru kıldın mı o kusursuz mahkemende? Pek korkusuzca savurduğun yargılarını gerçeğin kılığına soktun mu? Onlarca olası sonucun en kötüsüne bel bağlayıp hayatı zehir ettin mi kendine?  Köhnemiş bir diyarın mahkûmu olduğun gerçeğine boyun eğdin mi sen hiç? Her şeyin bozulmaya başladığı o anı ararken doğduğun günü lanetledin mi?

            Kendini korudun mu sevgini esirgemek pahasına? Kuşanmadan, yüzleşmeden, rüzgârın ortasında dalgalara meydan okumadan sevginin kucağına düşmesini bekledin mi? Yaptın mı bu yüzsüzlüğü? Hiç kendi yaralarını başka birinin yaralarını derinleştirerek iyileştirmeyi denemedin mi? Birini bencilliğinin kurbanı yapmadın mı? Olduğun değil, olmak istediğin şey uğruna hislerini aklının denizinde boğdun mu hiç? Hiç sevdin mi gerçekten, hiç sevildin mi? Hiç yaşadın mı? Peki, hiç ölümü arzulamadın mı?