Bir ömür, Ankara’da sonbahar mevsimi zamanıyla bir geceye tekabül eder. Bir gecede her şey yerle bir olabilir, aynı
gece insan yeniden doğabilir, kaybedişlerini ziyaret edebilir ve sonunda güneş
doğmaya başladığında bir hayat yaşamış kadar buruk, ama huzurlu hisseder. İnsan, bu zamanlarda bir kez daha yolculuğa
çıkar hiçliğe öykünen benliğinde.
Benliğini çıkarıp masanın üstüne koyar, sabaha kadar konuşur. Benlik
orada sessizce otururken, kişi salonda volta atar ara sıra sesini yükselterek.
Alt komşu tavanı yararcasına vurmasa belki o gece, o ev ıslak sokakları aşacak
haykırışların kaynağı olur. Ne sokak ne şehir yadırgar bunu, alışıktır; hatta
biraz da aşıktır. Bu kent yalnızların, kimsesizlerin ve ayyaşların sokağı ele
geçirdiği saatlerde beslenir; onların
acıları, pişmanlıkları ve umutları bu kent tarafından okşanır ve yine onun
tarafından kurban edilir.
Öyle bir gece
bu; rüzgâr kapıları gıcırdatırken, sessiz kanepem bile iç çeker. Son birkaç dal
sigaradan birine uzanırım. Balkon kapısından yüzüme uzanan esintiye karışır
dumanı. Öyle bir gece bu, üşüdüğüm için kapatmam kapıyı, yerine bir hırka
geçiririm üstüme. Köşede birikmiş olan notlara, kirlenmiş bardak altlıklarına,
tozlu parkeye göz gezdirmekle yetinmem; her şeyi düşünür, mahvederim kendimi. “Yarın”
derim “temizlik yapmalı”. Ama çoktan
yarın olmuştur. Yarın, bugüne dönüşmüştür. Yarına adını veren şey uyuma
eylemidir esasen, ama uyumazsan asla yarının geldiğini fark edemezsin. Hatta
dünün kayıp gittiğini anlamak için de uyumak şarttır. Sabah dörtte uyursan
uyandığında saat dördü dün gibi algılarsın; ama hayır, sen uyurken yarın çoktan
olmuş ve durmaksızın ilerlemesine devam etmiştir. Sonbaharda bir gece, zamanın
kıstası güneştir sadece. Kendini; kendine, zaferlerine, bedellerine,
olasılıklara, toz zerreciklerine (parkedeki değil) ve geri kalan her şeye
bıraktığında zaman algını yitirirsin çünkü.
Öyle bir gece
bu; ilk kez “zamanda yolculuk mümkün olsaydı?” diye cevap aradığım. Hayatımda
neyin eksik ya da neyin fazla olduğunu çokça düşünüp masada oturan benliğimden
bir yanıt bulmayı beklediğim. Böyle zamanlarda onunla göz göze gelirim, her
zamanki gibi benden daha allak bullak olur. Surete bürünmüş benliğim sitem eder
ve yine sayıklamaya başlar “Senden daha
allak bullağım, çünkü seni daha iyi tanıyorum. Oysa senin kim olduğundan
haberin yok.” Kişi, kendini tanımadığı için mutlu olmalı mı? Şüphesiz
olmalı. Kişi, tam olarak ne olduğunu bilse aynaya bile bakamazdı. Bu yüzden şüphesiz,
bu lezzetli cehaletin tadına varmalı. Öte yandan mutluluğu, erdemli olmanın bir
sonucu olarak gören Sokrates ile hemfikir biri, bilgiyi elinde tutmalı ve
yoğurmalıdır. Ona göre bilgi, erdemdir; erdemli olmak ise mutluluk getirir. Fakat kendini bilmek mi? Bir insan olarak
kendine yönelik bütünüyle bilgi sahibi olmak mı? Kim bu kadar erdemli olabilir,
kim hem kendini tanıyıp hem mutlu olabilir? Kim bu erdemin bedelini ödeyecek
güçtedir? Bir insan mı, hayır.
Öyle bir gece
bu; insanların iyi olduğunu kabul edemediğim. Özgürleştirilmişler kervanında
topa tutulan değerlerin, ezberlenmiş kavramların ve bir memleket dolusu
temellenmemiş içi boş düşüncenin midemi bulandırdığı bir gece. İnsan, kendini
deneyimleri izin verdiği ölçüde tanır. Ne kadar zorluk gördüğü, hayatının ne
denli farklı hayatlarla kesiştiği, ne kadar kayıp verdiği kişinin kendini
tanıması için gerekli bazı kıstaslardır. Kişi, seçim yapmak zorunda kaldığı
anların toplamıdır ve yaptığı seçimler ona şekil verir. Bu yüzden insan ölene
kadar tam anlamıyla kendini tanıyamaz, çünkü hayatın kendisi dev bir seçimler
silsilesidir ve kişi yaptığı seçimlerle her gün kendini yeniden yaratır. Bu
yüzden kişi tecrübeleri sayesinde aslında kim olduğunu öğrenmeye başlar, ama bu
öğrenme süreci asla son bulmaz. Öyle
anlar vardır ki, başkasının hayatında görüp empati kurmak, yetersiz ve kınamak,
yersiz kalır. Empati kurup o anı yaşamış kişi gibi davranmayacağını iddia
edenler, aslında o anı yaşamadan ne tepki vereceklerine dair kesin bir bilgiden
yoksundurlar, yaşanmamış her şey farazidir. Çünkü insan ne kadar ileri
gidebileceğinden, kim için nelerden ve ne için kimlerden vazgeçebileceğinden,
kendini nasıl ve hangi noktada çiğneyeceğinden bihaberdir. Oysa yine biz
insanlar için yaftalamak, konuşmak, kıyaslamak ve bağırmak kolaydır; çünkü her
geçen gün lezzetli cehaletimizle tıka basa doldururuz çoktan sınırına ulaşmış midemizi.
Öyle bir gece
işte; ıslak sokaklarda yalınayak dolaşan, zavallı görülen o ayyaşların bile
daha samimi olduğu. Onlara kulak verdiğimde acılarını paylaşacağım ve
pişmanlıklarını anlayacağım. Benliğimin benden
oluştuğunu bildiği için yüzüme bakmaya utandığı, ama benim biraz bile, o ayyaşlar kadar bile, utanmadan hala
dünyayı karaladığım. Kişi, biraz olsun kendinden utanmalı. Belki bir trende
değil, ailesiyle ya da bir topluluğun içindeyken değil belki; ama en azından
böyle bir gecede kişi, biraz olsun kendinden utanmalı. Kabuğunda kalıp
saklanırken iyi olmak kolaydır, ancak sınanmayan hiçbir şey gerçekliğini
kanıtlayamaz. Kişi kötülüğü görmeli, anlamalı ve tatmalı. Dahası kişi,
kötülüğün öznesi olmanın nasıl bir his olduğunu da öğrenmeli. Dünya her zaman
masum olunabilecek bir yer değil, bu yüzden insan hayatı, onu kötü bir eylemde
bulunmaya eninde sonunda itecek. Bununla mücadele edemeyecek kadar zayıf
olduğunu bilmeli insan ve bunu hızlı yoldan öğrenmenin en iyi yolu bir noktada
kötü bir eyleme dönüşmektir. Bazen küçük bir kötülük, daha büyüklerini
yapmasını önleyecek güç sağlar kişiye. Çünkü kötü olmanın ne anlama geldiğini
öğrenmiş bir insan, bu vicdani sorumluluğu bir daha üstlenmekten kaçınacaktır.
Bu yüzden kişi, biraz olsun kendinden utanmayı bilmelidir. Biraz olsun
hatalarını görmeyi ve pişman olmayı bilmelidir; zaman ve tecrübe, ancak böyle,
kişiyi idealize edilmiş formuna ulaştırır. Ama öyle bir gece bu; kimsenin
utanmayı bilmediğini fark ettiğim. Bu satırları yazan benim bile.
Öyle bir gece
bu, herkes evlerine çekildi. Gece olağan
sessizliğiyle hiçliği sunuyor, gecenin içine koşup yalnızlığın ucundan atlamama
ramak kaldı. Her zamanki sorular beynime üşüşmüş. Ancak alışılmışın dışında bir
durum var bugün; üzülmüyorum. Rahatlamış gibiyim, sonraki hayatımın
başlangıcının ilk günü bugün. Gece bir kez daha radikal duruşuyla büyülüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder