20 Ekim 2020 Salı

GECE

 



https://www.youtube.com/watch?v=tUxkqoWO2XE


Bir ömür, Ankara’da sonbahar mevsimi zamanıyla bir geceye tekabül eder.  Bir gecede her şey yerle bir olabilir, aynı gece insan yeniden doğabilir, kaybedişlerini ziyaret edebilir ve sonunda güneş doğmaya başladığında bir hayat yaşamış kadar buruk, ama huzurlu hisseder.  İnsan, bu zamanlarda bir kez daha yolculuğa çıkar hiçliğe öykünen benliğinde.  Benliğini çıkarıp masanın üstüne koyar, sabaha kadar konuşur. Benlik orada sessizce otururken, kişi salonda volta atar ara sıra sesini yükselterek. Alt komşu tavanı yararcasına vurmasa belki o gece, o ev ıslak sokakları aşacak haykırışların kaynağı olur. Ne sokak ne şehir yadırgar bunu, alışıktır; hatta biraz da aşıktır. Bu kent yalnızların, kimsesizlerin ve ayyaşların sokağı ele geçirdiği saatlerde beslenir;  onların acıları, pişmanlıkları ve umutları bu kent tarafından okşanır ve yine onun tarafından kurban edilir.

Öyle bir gece bu; rüzgâr kapıları gıcırdatırken, sessiz kanepem bile iç çeker. Son birkaç dal sigaradan birine uzanırım. Balkon kapısından yüzüme uzanan esintiye karışır dumanı. Öyle bir gece bu, üşüdüğüm için kapatmam kapıyı, yerine bir hırka geçiririm üstüme. Köşede birikmiş olan notlara, kirlenmiş bardak altlıklarına, tozlu parkeye göz gezdirmekle yetinmem; her şeyi düşünür, mahvederim kendimi. “Yarın” derim “temizlik yapmalı”.  Ama çoktan yarın olmuştur. Yarın, bugüne dönüşmüştür. Yarına adını veren şey uyuma eylemidir esasen, ama uyumazsan asla yarının geldiğini fark edemezsin. Hatta dünün kayıp gittiğini anlamak için de uyumak şarttır. Sabah dörtte uyursan uyandığında saat dördü dün gibi algılarsın; ama hayır, sen uyurken yarın çoktan olmuş ve durmaksızın ilerlemesine devam etmiştir. Sonbaharda bir gece, zamanın kıstası güneştir sadece. Kendini; kendine, zaferlerine, bedellerine, olasılıklara, toz zerreciklerine (parkedeki değil) ve geri kalan her şeye bıraktığında zaman algını yitirirsin çünkü.

Öyle bir gece bu; ilk kez “zamanda yolculuk mümkün olsaydı?” diye cevap aradığım. Hayatımda neyin eksik ya da neyin fazla olduğunu çokça düşünüp masada oturan benliğimden bir yanıt bulmayı beklediğim. Böyle zamanlarda onunla göz göze gelirim, her zamanki gibi benden daha allak bullak olur. Surete bürünmüş benliğim sitem eder ve yine sayıklamaya başlar “Senden daha allak bullağım, çünkü seni daha iyi tanıyorum. Oysa senin kim olduğundan haberin yok.” Kişi, kendini tanımadığı için mutlu olmalı mı? Şüphesiz olmalı. Kişi, tam olarak ne olduğunu bilse aynaya bile bakamazdı. Bu yüzden şüphesiz, bu lezzetli cehaletin tadına varmalı. Öte yandan mutluluğu, erdemli olmanın bir sonucu olarak gören Sokrates ile hemfikir biri, bilgiyi elinde tutmalı ve yoğurmalıdır. Ona göre bilgi, erdemdir; erdemli olmak ise mutluluk getirir. Fakat kendini bilmek mi? Bir insan olarak kendine yönelik bütünüyle bilgi sahibi olmak mı? Kim bu kadar erdemli olabilir, kim hem kendini tanıyıp hem mutlu olabilir? Kim bu erdemin bedelini ödeyecek güçtedir? Bir insan mı, hayır.

Öyle bir gece bu; insanların iyi olduğunu kabul edemediğim. Özgürleştirilmişler kervanında topa tutulan değerlerin, ezberlenmiş kavramların ve bir memleket dolusu temellenmemiş içi boş düşüncenin midemi bulandırdığı bir gece. İnsan, kendini deneyimleri izin verdiği ölçüde tanır. Ne kadar zorluk gördüğü, hayatının ne denli farklı hayatlarla kesiştiği, ne kadar kayıp verdiği kişinin kendini tanıması için gerekli bazı kıstaslardır. Kişi, seçim yapmak zorunda kaldığı anların toplamıdır ve yaptığı seçimler ona şekil verir. Bu yüzden insan ölene kadar tam anlamıyla kendini tanıyamaz, çünkü hayatın kendisi dev bir seçimler silsilesidir ve kişi yaptığı seçimlerle her gün kendini yeniden yaratır. Bu yüzden kişi tecrübeleri sayesinde aslında kim olduğunu öğrenmeye başlar, ama bu öğrenme süreci asla son bulmaz.  Öyle anlar vardır ki, başkasının hayatında görüp empati kurmak, yetersiz ve kınamak, yersiz kalır. Empati kurup o anı yaşamış kişi gibi davranmayacağını iddia edenler, aslında o anı yaşamadan ne tepki vereceklerine dair kesin bir bilgiden yoksundurlar, yaşanmamış her şey farazidir. Çünkü insan ne kadar ileri gidebileceğinden, kim için nelerden ve ne için kimlerden vazgeçebileceğinden, kendini nasıl ve hangi noktada çiğneyeceğinden bihaberdir. Oysa yine biz insanlar için yaftalamak, konuşmak, kıyaslamak ve bağırmak kolaydır; çünkü her geçen gün lezzetli cehaletimizle tıka basa doldururuz çoktan sınırına ulaşmış midemizi.

Öyle bir gece işte; ıslak sokaklarda yalınayak dolaşan, zavallı görülen o ayyaşların bile daha samimi olduğu. Onlara kulak verdiğimde acılarını paylaşacağım ve pişmanlıklarını anlayacağım. Benliğimin benden oluştuğunu bildiği için yüzüme bakmaya utandığı, ama benim biraz bile, o ayyaşlar kadar bile, utanmadan hala dünyayı karaladığım. Kişi, biraz olsun kendinden utanmalı. Belki bir trende değil, ailesiyle ya da bir topluluğun içindeyken değil belki; ama en azından böyle bir gecede kişi, biraz olsun kendinden utanmalı. Kabuğunda kalıp saklanırken iyi olmak kolaydır, ancak sınanmayan hiçbir şey gerçekliğini kanıtlayamaz. Kişi kötülüğü görmeli, anlamalı ve tatmalı. Dahası kişi, kötülüğün öznesi olmanın nasıl bir his olduğunu da öğrenmeli. Dünya her zaman masum olunabilecek bir yer değil, bu yüzden insan hayatı, onu kötü bir eylemde bulunmaya eninde sonunda itecek. Bununla mücadele edemeyecek kadar zayıf olduğunu bilmeli insan ve bunu hızlı yoldan öğrenmenin en iyi yolu bir noktada kötü bir eyleme dönüşmektir. Bazen küçük bir kötülük, daha büyüklerini yapmasını önleyecek güç sağlar kişiye. Çünkü kötü olmanın ne anlama geldiğini öğrenmiş bir insan, bu vicdani sorumluluğu bir daha üstlenmekten kaçınacaktır. Bu yüzden kişi, biraz olsun kendinden utanmayı bilmelidir. Biraz olsun hatalarını görmeyi ve pişman olmayı bilmelidir; zaman ve tecrübe, ancak böyle, kişiyi idealize edilmiş formuna ulaştırır. Ama öyle bir gece bu; kimsenin utanmayı bilmediğini fark ettiğim. Bu satırları yazan benim bile.

Öyle bir gece bu,  herkes evlerine çekildi. Gece olağan sessizliğiyle hiçliği sunuyor, gecenin içine koşup yalnızlığın ucundan atlamama ramak kaldı. Her zamanki sorular beynime üşüşmüş. Ancak alışılmışın dışında bir durum var bugün; üzülmüyorum. Rahatlamış gibiyim, sonraki hayatımın başlangıcının ilk günü bugün. Gece bir kez daha radikal duruşuyla büyülüyor.