14 Şubat 2020 Cuma

Sevgisizler Günü




“Hayatın bizim için ne anlam ifade ettiği, hayatın karşımıza neler çıkarttığı ile değil, bizim hayatın karşısına çıktığımız tavırla belirlenir; başımıza gelenlerden çok, bizim olanlara verdiğimiz tepkiler ile gelişir.” Lewis L. Dunnington

Kalp, içinde tonlarca his barındıran kocaman ve ağır yüklerle dolu bir mekândır. Bu mekânın kapısı uzunca bir süre açık kalır; birçok kişi gelir bu mekâna ve pek çok olaya tanıklık eder bu mekan. Gelenlerin kimisi müşteridir, kimisi misafir. Eğer mekânın cirosu iyiyse kimileri de ortaklık teklif eder, çoğunlukla kabul etmediğin.

Bir gün hırsızlık yaşanır bu mekânda, açıktır çünkü kapısı daima. Başını kaşır, şöyle bir göz gezdirirsin karşı karşıya kaldığın sahneye. Bir iç çeker, düşünürsün ve ardından fark edersin, kapının her zaman açık olmasının sandığın kadar da iyi bir şey olmadığını. Sonra bazı günler kapını kilitlemeye başlarsın, ama mevsimlerden kış, aylardan şubat ise, hele de yağmur yağıyorsa kilitlemezsin kapını. Olur ya, birileri yatacak yer bulamaz, üşür dışarıda.

Sonra bir sabah ıslanarak girdiğin mekânın yağmalandığını görürsün. Bu kez ilk yaşanan olayın aksine; göz gezdirmez, sahneye sırtını döner, bir sigara yakarsın yağmurun altına geçip. Artık kapını, mekândan her ayrılışında kilitlemeye başlarsın, çünkü bilirsin, alışkanlıklara devam etmek, bazen o alışkanlıkları sana kazandıran durumları yok etmektir. Bilirsin, kapını kilitlemezsen, bir gün açacak kapın da olmayacak.

Bir süre her şey yolunda gider ve verdiğin kararın ne kadar mantıklı olduğunu söylersin kendine. Ama sonra, ansızın fark edersin ki, kapının eşiği eskisi gibi aşınmıyor. Arada bir çıkıp sokağa göz atarsın, olur ya; biri gelir, uzaktan gelişini izler o ufacık anda mutlu olursun. Ancak ne gelen vardır ne giden. Şanslı olduğun günler gelir birkaç müşteri, ama eski tadı kalmamıştır mekânın.

Elindeki ıslak bezle üşenmeden her sabah pırıl pırıl ettiğin camların su damlalarıyla kaplıdır. Hevesle düzelttiğin sandalyelerinde sıcaklık yoktur, kir tutmuştur bacakları hareketsizlikten. Askıda kahverengi büyük parkan dışında yoktur hiçbir şey; ne bir ceket ne bir atkı. Masalarında bardak izleri ve küller öylece bekler temizlenmeyi. Kitaplar sessizdir bir sohbetin konusu olamadıklarından. Sonra bir gün yüklersin tüm fazlalıklarını, üstüne bir örtü atar; müşteriyle, misafirle doldurmak istediğin mekânı ağır yüklerle doldurursun. Mekân hala oradadır da sen açmazsın artık o kapıyı. Bazen ellerin ceplerinde boş boş dolaşırken sokaklarda uğrarsın bu kimsesiz yere. Ahşap zeminle birleşen soğuk duvara yaslarsın kendini, böceklerin yuva edindiği bu leş gibi zemin seni çeker kendine ve kayarsın aşağı doğru.

“Bu da geçecek.” diye ayağa kalktığında her zaman olduğu gibi bir yara daha eklenmiştir yaranın üstüne. Yoğurdu da üfleyerek yemişsindir hâlbuki. Ama hayatın sana sundukları hiçbir zaman düz ve basit olmamıştır. Hep bir düğüm vardır, çoğunu çözmeye çalışırken allak bullak olup yere yığıldığın. Ve öyle bir an gelir ki, en yerden kalkman gereken zamanda kalkacak mecalin kalmamıştır. Düşünürsün; “ben miyim böylesine yoran beni, yoksa benim dışımda bir şey mi?” Aslında seni bu zemine yapıştıran tek başına ne sen ne de senin dışında bir şeydir. Birbirini takip eden olaylar sonucunda karşına çıkan seçenekler ve bunların arasında yaptığın tercihlerdir seni yoran.

Zannedersin ki, hayatın seni soktuğu bu sınavda bir noktada yanlış cevabı işaretledin. Yaptığın tercihler kötü sonuçlar doğurduğunda diğer seçenekleri daha dikkatli okumadığın için kendine kızarsın. Ama atladığın bir husus vardır; bu sınavda doğru ya da yanlış seçenek yoktur. Sadece seçenekler vardır, hangisini tercih edersen et senin canına okuyacak seçenekler… Üst üste binen yığınla cümle arasından hangisinin öznesi doğru konuldu diye aranırken hiçbirinin öznesi olmadığını fark etmezsin bile. Sadece alay eder seninle, sen boğuşurken seçeneklerle. Sen de haklısındır tabi, sürekli farklı alanlardan sınava sokar seni ve hep de bilmediğin konulardan sorar sorularını. İşaretlemelerini kurşun kalemle yapmana da izin vermez, boş bırakmana da.

İşte böyle nankör, böyle umursamaz, böyle alaycıdır hayat. Ne kaçabilirsin bu sınavdan, ne meydan okuyabilirsin hocana. Bir gün sevdirirse sana; edebiyatta kara mizahı, sinemada absürt komediyi; o zaman ırzına geçildiğinde zevk almayı ve hocan seninle alay edip kahkaha atarken onunla gülebilmeyi öğrenirsin.