13 Şubat 2019 Çarşamba

Ölümün Tadı Dilimin Ucunda




   

         "Ölümün tadı dilimin ucunda. Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum."(Wolfgang Mozart, son sözleri)

    Tanrım… Neredeyim böyle? Bu sokaklar hiç eskimiyor, gün geçtikçe nice hatıraya gebe kalıyor gibi. Bu sokakların her biri diğerine benziyor. Baş döndürücü, korkutucu. Buralarda hem yenilenir insan hem eskir. Tanrım, bu ben değilim!  Acıyı hissediyorum. Parçalanan kemiklerimi ve üstünden akan kanları… Derimin ayrılışını, tel tel oluşunu hissediyorum. Yokluğun varlığa meydan okuduğu bu sokakta varlığımın yok oluşunu hissediyorum. Şu köşeye biriken kırmızılık ve parça pinçik olan kalbim… Bir karanlık çöküyor yavaştan. Kıvranıyorum ama alışkanlıktan. Gidiyorum farkındayım, işim kalmadı burada. Bitiyorum ve başlıyorum. Bittikçe yeniden.
    Bir gölge… Ayaklarını sürüyerek geliyor. Kurtarıcım? Durup bakıyor öylece. Beklendik bir durumla karşılaşmışçasına, sakince elini kırmızılığın üstünde gezdiriyor. Avuçları kırmızı çamurla kaplanıyor. Nefes almamı kolaylaştırmak için araladığım dudaklarıma dokunuyor. Kırmızı çamurun tadına varıyorum. Pas tadı. Yittikçe benden giden ve yaladıkça bana dönen tat.Varlığın sonsuz döngüsü.Varlığın yoklukla savaşı.

   Bu acı… Bu acı dayanılmaz! Hala hissediyorum. Az kaldı, son bulacak birazdan. Sokağın soğuk taşları gözyaşlarımla buluşuyor. Gözyaşı, çamur ve kırmızılık. Tanrım beni bu ilahi sanata ortak ettiğin için sana minnettarım. Birkaç dakika daha. Son hissettiğim şey acı ve aynı zamanda müthiş bir rahatlama, son gördüğüm şey ise yitişimi tutkulu hale getiren bu gölge. Birkaç dakikalığına da olsa son anladığım şey, var oluşumdan bu yana anlamam gerekenmiş. Tüm çabaların, mutlulukların, acıların, isteklerin, umutların, hayallerin eridiğini görüyorum. Yaşamın tek anlamlı anında, yaşamanın anlamsızlığını keşfediyorum. Tebessüm ediyorum gözlerimi kırparak. Her şeyin farkında olan gölge,dönüp yürümeye başlıyor ve uzaklaştıkça küçülüyor. Köşeyi döndüğünde kapatıyorum gözlerimi. Yüzümdeki tebessümü silmemişken yükseliyorum kendimden, etrafımda dolaşıyorum ağır ağır. Eğilip fısıldıyorum kendime;


"Bedeninde yeşeren ölüm ile ruhunda son bulan yaşam.Senden geriye kalan, çürük bir beden, biraz kan." 

10 Şubat 2019 Pazar

Gülme Bana Sartre


 GÜLME BANA SARTRE



      Hayatın anlamsız bir biçimde yitip gittiğini görebiliyordum. Hissediyordum, ama önüne geçemezdim. Bunu bildiğim için öylece duruyordum, halbuki çok hızlı yürürüm. Şimdi ise öylece duruyordum bir sokakta. Ölüm geldiğinde burada yazanların birileri tarafından keşfedileceğini ümit ediyordum. Ümit ediyordum, çünkü ölü olsam bile birine dokunmak istiyordum. Biri tarafından anlaşılmak, hissedilmek, keşfedilmek... Özlem duymuyordum hiçbir şeye, özleyecek bir şeyleri olacak kadar şanslı değildim. Önceden masumiyetimi özlerdim. Çocukluğun dokunulmamış, kirletilmemiş körpe kalbinde anlam kazanan o masumiyeti. Şimdi fark ediyordum; hiçbirimiz, hiçbir zaman masum olmadık. Masum doğmadık. Var olmak istedik ve dünyaya geldik. Kendimize bir anlam yüklemek istedik. Kimimiz yapamadı, kimimiz yapabildiğini sandı. Aslında, ne doğmak, var olmaktı ne de yaşamak, anlam kazanmak.
       Varlığımı hissedemiyordum. Birilerine dokunmadıktan sonra, hissetmedikten sonra şu boktan hayatta var olmuş sayılmazdım.Tüm bağışlanmaların, tüm çabaların ve heveslerin bir sonu olduğunu çoktan kabullenmiştim. Sonu olmayan tek şey "var olma çabamızdı." Verdiğimiz savaşların, vazgeçişlerin ve kaçışların tamamını bu temele oturtuyordum.
         Var olmak için dokundum tenlerine, var olmak için sevdim ve seviştim. Doğmak, var olmak ve ölmek üçlüsü beni (hatta insanlığı) bir sigaradan farksız kılıyordu. Bir paketin içindeyken seçemediğin biri tarafından dünyaya çıkarılıyordun. Tertemiz ve intizamlı. Yakıyordu seni çakmağıyla ve varlığın anlam kazanıyordu. Her solukta yanıyordun. Dumanın havada salınırken var oluyordun. Her nefeste iliklerine kadar hissediyordun kendi anlamını, tükendiğini bilmeden. İşte böylece devam ediyordu filtreye gelene dek. Sonra söndürülüyordun; bir küllükte, bir duvarda. Bir durak köşesinde üstüne basıyorlardı. Tıpkı paketini, seni dünyaya çıkaranı seçemediğin gibi küllerinin nereye dağılacağını da bilemiyordun. Bu yüzden var olmak ve özgür irade bir yanılsamadır. Sana biçilen rolü oynamak ve rolün son bulduğunda sahneden inmek zorundasın. İşin bittiğinde izmarit olmak..
         Durduğum bu bomboş sokakta, soğuğun tenimle buluştuğu şu ufacık beş dakikada (halbuki beş dakika nedir ki koskoca ömürde(!)  yanlış! milyonlarca anın üst üste yığılmasıyla oluşan şeye biz "hayat"deriz) kendimde çok uzakta bir yeri düşlüyordum. Belki de kendimden çok uzakta olmayan bir yeri?.. Nerede söndürüleceğimi.